MART 2025
1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 |
 
    Basın Açıklamaları
     
    ATATÜRK’Ü ANMA GÜNÜ AÇIKLAMASI (10 KASIM 2005) : ATATÜRK’ÜN “KENT ve UYGARLIK KÜLTÜRÜ” ANLAYIŞI DA ULUSAL MİMARLIK ÖZLEMLERİMİZE IŞIK TUTUYOR…
     

    10 Kasım 2005

    ATATÜRK’Ü ANMA GÜNÜ AÇIKLAMASI (10 KASIM 2005) : ATATÜRK’ÜN  “KENT ve UYGARLIK KÜLTÜRÜ” ANLAYIŞI DA ULUSAL MİMARLIK ÖZLEMLERİMİZE IŞIK TUTUYOR…

     

    Eğer Atatürk’ün kent ve uygarlık anlayışı bugün de etkili olabilseydi; ne İstanbul’a göz diken “Dubai Kuleleri” ortaya çıkabilir; ne bilime karşı “3. köprü” dayatılabilir; ne ormanların “işgalcilere satışı” akla gelebilir; ne de diğer tüm “pazarlama projeleri” tüm ulusal değerleri gözden çıkartırcasına böylesine yaygınlaşabilirdi…

     

    OKTAY EKİNCİ

     

     

     

    Ulu Önder’imizi 67. ölüm yılında anarken, adeta tüm ulusal kimliğimizle “Anadolulu” olmayı bırakarak, “Avrupalı” olmamızı hedefleyen bir “AB’ci”liğin, kentleşme ve kültür dünyamızı da etkilediği bir dönemden geçiyoruz…

    Sadece bu ortaklık hedefi adına değil, “yabancı sermayeye yatırım olanakları” adına da Türkiye’nin ve kentlerimizin bin yıllardan gelen uygarlık tarihi ve ulusal kimlik birikimlerini “pazarlamaya” kalkışan siyasal anlayışa karşı,  Atatürk’ün şu uyarılarını özlemle anımsıyoruz:

     

     “Doğu'yla Batı'nın birleştiği yerde bulunduğumuz, Batı'ya yaklaştığımızı zannettiğimiz takdirde, asıl mayamız olan Doğu maneviyatı'ından tamamıyla soyutlanıyoruz. Hiç şüphesizdir ki bundan, bu büyük memleketi, bu milleti, çöküntü ve yok olma çıkmazına itmekten başka, bir sonuç beklenemez…” 

               

    “MODERN MİMARLIK” VE TÜRKİYE

     

    Özellikle mimarlık ve şehircilik alanında;  son zamanlardaki İstanbul’a “Dubai Kuleleri” ile yeniden tırmanan “tarihi kentlere (sözde) çağdaş yapılar eklenmesi” tartışmalarında da Atatürk’ün  “modern mimarlık” konusundaki vurgulamaları her gün daha bir değer kazanıyor. 1931’de Ankara’daki Etnografya Müzesi inşaatını ziyaretinde; “Eski milletler büyük çalışmalar sonunda ‘kendilerine has birer mimari stil’ yaratmışlardır. Son asrın sanat çalışma ve düşünmeleri sonunda da ‘modern bir mimari’ doğmuştur. Fakat bu modern mimari de her milletin düşünce ve karakter farklarıyla birbirinden ayrı bir görünüş ve anlamdadır…”  dedikten sonra, şunları ekliyor:

     

    “Bir İtalyan modern mimarisiyle, bir Alman modern mimarisi arasında çok değişiklikler vardır. Bu modern mimariler bütün ‘görünüşleriyle de hangi milletin malı olduğu’nu anlatmaktadır. Bizde de asrın bütün düşünce ve ihtiyaçlarına cevap verecek, ruhlarımızı okşayacak bir modern mimari lazımdır. Fakat bu modern mimari diğer milletlerin taklitçiliği değil, yurdumuza has, Türklüğe özgü bir mimari olmalıdır... Bize orijinal bir modern Türk mimarisi lazımdır.”

     

     

    BİLİME DAYALI SİYASET

     

    Kentin planlama ve kimlik önceliklerini gözetmeden “Hükümet kararıyla” tasarlanan, bu nedenle meslek ve bilim çevrelerince eleştirilen “Haydarpaşa” ve “Galata-Port” türünden projeler için de siyasi erkin  “biz bu işi biliriz…” havası, Atatürk’ün reddettiği bir tavırdır… İşte, 1923’teki bir konuşması: “İlim ve özellikle sosyal bilimler dalındaki işlerde ben emir vermem. Bu alanda isterim ki beni bilim adamları aydınlatsınlar.”

     

    Yaşamı boyunca “içtenlik”le izlediği bu anlayışın “kent planlaması”ndaki karşılığı da şu sözlerinde yansımaktadır; “Şehircilik işlerinde de, teknik ve planlı esaslar dahilinde çalışmak lâzımdır. Bunun için belediyelerimizi aydınlatmak, klavuzlamak işiyle uğraşacak, merkezde, bir teknik büro kurulmasını tavsiye ederim…”  (01.11.1937, TBMM)

     

    Bugün ise, örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki “planlama bürosu”nda hemen tüm uzmanların “gereksizdir ve zararlıdır” dedikleri 3.Boğaziçi Köprüsü bile “teknik ve planlı esaslar dahilinde çalışma” çoktan unutan siyasetçilerin dayatmasıyla yeniden gündemdedir…

     

     

    YABANCILAŞAN “AYDINLAR”IMIZ

     

    Atatürk’ün, yine son yıllarda daha da yaygınlaşan “anlaşılamaz akademik konuşmalar” ve “halka yabancılaşan bilimsel söylem” konusunda da sanki böylesi bir durumu daha o yıllardan “sezdiği”ni gösteren uyarılarını bir kez daha anımsatmak isteriz: “…Aydın sınıfı ile halkın anlayış ve hedefi arasında doğal bir uygunluk olması lazımdır. Yani, aydın sınıfın halka telkin edeceği fikirler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalıdır…” diyen Ulu Önder, hemen her konuda ülkenin gerçeklerini yorumlamak yerine “batı ülkelerinden” örnekler verenler için de şunları  söylemektedir:

     

    “Bir millet için saadet olan bir şey diğer millet için felaket olabilir. Aynı sebep ve şartlar birini mutlu ettiği halde diğerlerini bedbaht edebilir. Onun için millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, keşiflerinden, gelişmelerinden istifade edelim, ama unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz.”

     

    Ve sanki yine bugün doruğa çıkan “yabancılara öykünenler” hakkında da aynı konuşmasını şöyle sürdürmektedir: “… Aydınlarımız içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat genellikle şu hatamız vardır ki, araştırma ve çalışmamıza zemin olarak çok vakit kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı almalıyız. Aydınlarımız belki bütün dünyayı, bütün diğer milletleri tanır, ama kendimizi bilmeyiz.” (20.03.1923, Konya gençleriyle konuşma.)

     

     

    FARKLI KÜLTÜRLER DE “BİZ“İZ..

     

    Güncelliği ısrarla “sürdürülen” konularımız arasındaki sözde Ermeni soykırımı dayatmalarında da “gerçeği”  kavrayabilmek için yine Atatürk en büyük şansımız;

     

    Bu ısrardaki kapitalizm çıkarlarını açıkça vurgulayan konuşmasında diyor ki; “Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından çok dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşmasıyla en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle tekrar  kuruldu.” (01.03.1922, TBMM)

     

    Aynı sözlerin, genelde tüm “farklı kültürel beraberliklerimiz için de geçerli olduğunu ise şu sözlerinden görebiliyoruz : Memleketimizde yaşayan gayrimüslim unsurların başına ne gelmiş ise, kendilerinin yabancı entrikalarına kapılarak ve ayrıcalıklarını kötüye kullanarak, vahşi bir şekilde takip ettikleri ayrılma siyaseti neticesidir.” (28.12.1919, Ankara ilerigelenleriyle bir konuşma)

     

     

    “SÖYLEMDE ATATÜRKÇÜ”LÜĞE KARŞI…

     

    Dünya mimarlık tarihine imza atmış bir ülkenin ve ulusal bağımsızlığını uygarlık değerlerine de sahip çıkarak elde etmiş bir toplumun mimarları olarak, Atatürk’ün anmanın aynı zamanda aydınlanma tarihimizdeki “aklın ve bilimin rehberliği”ne  bağlılığımızı da anımsamak olduğunu belirtiyor; bu konuda da şu sözlerini,  sadece “söylemde Atatürkçü” olanlara bir kez daha anımsatıyoruz.

     

    “Ben manevi miras olarak hiç bir ayet, hiç bir dogma, hiç bir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım, ilimdir ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor. Milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilimin gelişimini inkar etmek olur.

     

    Benden sonra, beni benimsemek isteyenler bir temel eksen üzerinde, akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar…”

     

     

     

     

     

     

     

     

     

    Bu icerik 1127 defa görüntülenmiştir.