8 Kasım 2006
9 Kasım 2006
Son günlerde ülkemizi esir alan seller bir kez daha ülkemizde yaşanan ranta dayanan bilim dışı imar politikalarını gözler önüne sermiştir. Çağdaş kentlerde sadece yolları yıkayabilen yağışlar, ülkemizde büyükşehirlerden, en küçük yerleşim alanlarına kadar tüm yaşam alanlarımızı afet bölgesine dönüştürmüş, onlarca can ve ciddi ölçüde mal kaybına neden olmuştur.
Ülkemizde depremlerden sonra ikinci büyük doğal afet tehdidini oluşturan sellerde, DSİ verilerine göre 1955-2002 yılları arasında 1308 sel meydana gelmiş ve bu sellerde 1235 yurttaşımız yaşamını yitirmiştir.
İstanbul’dan, Hakkâri’ye kadar tüm yurdumuzu vuran seller karşısında yetki ve sorumluluk taşıyanların bildik açıklamaları artarda gelmekte, heyetler halinde afet yerleri ziyaret edilmekte, “devletimiz yanınızdadır” denilerek, bir sonraki doğa olayının afete dönüşmesine kadar hiçbir çalışma yapmadan aynı hatalı uygulamalara devam edilmektedir. Ancak bu defa ortadaki felaketin can ve mal kayıpları henüz netleştirilmemişken, en yetkili ağzın “bazıları da abartıyorlar” demesi, yetki ve sorumluluk sahiplerinin doğa olaylarının afete dönüşmesinin tanrıdan gelen bir takdiri ilahi olduğu kabulünün ürünü olsa gerek diye de düşündürmektedir.
Yurdumuzda meydana gelen yağışları sele dönüştüren ne takdiri ilahidir, ne de yağan yağmurların olağan dışılığıdır. Yağışları sele dönüştüren, arsa ve arazi rantına öncelik veren imar politikalarının ürünü kentleşme anlayışının sonucudur. Son yağan yağmurlar dikkatlerimizi bir kez daha imara açılan su havzalarımıza, dere yataklarına yapılan imarlı, iskânlı yapılarımıza, doğal yatağını bulamayıp caddelerden nehir gibi akan yağmur sularımıza çekmiştir.
Kentlerimizi kıskacı altına alan planlamayı hiçe sayan imar politikaları sonucu beton yığınına dönen şehirlerimizde dere yataklarının yapılaşmaya açılması ve alt yapı yetersizliği her yağmurun sele dönüşme riskini de beraberinde getirmektedir. Yaşadıklarımızı asla “doğal” olarak nitelendiremeyiz. Bu doğa olayının afete dönüşmesine asla “doğal afet” diyemeyiz. İnsanlarımız sele değil, bu olumsuz imar yönetimi anlayışına kurban gitmiştir. Her karış toprağı rant aracı gören anlayışın ürünü imar politikaları karşısında doğa kendisinden gasp edileni kendi yöntemi ile geri almaktadır.
Sonuç olarak diyoruz ki:
Bu doğa olaylarının bir felakete dönüşmesinin başlıca sebepleri;
- Su toplama havzalarının doldurularak imara açılması,
- Kırsal kesimlerde nehir yataklarının değiştirilerek veya daraltılarak kanal haline getirilip, üretilen arsalar üzerine sınır tanımayan yapılaşma hırsı,
- Kıyı kenar çizgisi içerisinde yapılaşma yasağına uyulmadan yapılan yerleşim alanları,
- Kent içerisinden geçen dere ve nehir yataklarının sağlıklı bir şekilde ıslah edilmemesi,
- Yerel yönetimlerimizce popülist politikalarla yaklaşılan yetersiz alt yapı çalışmaları,
- Ve asıl bu felaketin gerçek sorumluları, arsa, arazi yağmasına dayalı imar planlarını hazırlayan, yeterli denetim hizmeti veremeyen, politik beklentiler sebebi ile imar rantına çanak tutan yerel yönetimlerle, kentsel rantlara engel olacak yasal düzenlemeleri yapmak yerine sürekli açıktan veya yasaların içerisinde gizleyerek çıkartılan imar aflarıyla bu olumsuz süreci teşvik eden ve bunlara göz yuman merkezî hükümetlerdir.
Beklentimiz; yaşadığımız bu afetin son olması için artık yetkililerin bir an önce çağdaş planlama ilkelerine uygun yapılaşma düzeninin oluşması için gereken mevzuat düzenlemelerini bir an önce ele alıp yasalaştırmalarıdır. Güvenli çevrelerde yaşamamız, ancak böyle bir yaklaşımla olanaklıdır.
9 Kasım 2006
TMMOB MİMARLAR ODASI
MERKEZ YÖNETİM KURULU
Bu icerik 1075 defa görüntülenmiştir.
|