1999 yılında yaşadığımız büyük depremlerden bu yana tam 8 yıl geçti. Kentleşme, planlama ve yapılaşma süreçlerimize ilişkin birçok sorunumuzun, merkezî ve yerel yönetimler açısından nasıl algılandığını, ürettikleri kentsel projelere ve kentsel dönüşüm uygulamalarına bakılarak anlaşılabiliyor. Bu kapsamda Mimarlar Odası tarafından 11 Ağustos 2007 tarihinde Kocaeli’nde düzenlenen, afet gerekçesiyle üretilen planlama çalışmalarının, kentsel projelerin ve kentsel dönüşüm uygulamalarının bütünsel olarak değerlendirildiği “Dönüşüm Sürecinde Kentler; Afetler ve Kentsel Projeler” Panel/Forumu’nda özetle aşağıdaki sonuçlara varılmıştır:
SAĞLIKLI VE GÜVENLİ BİR ÇEVREDE YAŞAMA HAKKI
TOPLUMSAL BİR TALEP HALİNE GELMEDİKÇE
AFETLERİN YOL AÇTIĞI YIKIMLAR KAÇINILMAZ OLACAKTIR!...
1999 Depremlerinin yıkıcı etkisinin acı anılarıyla dolu olan bizler; bu yıkıntıların arasından, kamu yönetiminin ciddi zihinsel ve yapısal bir dönüşüm geçireceğini ümit etmiştik. Ancak aradan geçen sürede gördük ki, toprak rantına dayalı politikalar değişmedi, gelişerek yeni bir aşamaya geldi; beklenen dönüşüm yerine “kentsel dönüşüm” adı altında hazırlanan yeni imar operasyonları ile artık tüm değerlerimiz uluslararası yağmaya açıldı.
Aradan geçen süreyi değerlendirdiğimizde; 1999 sonrası kamu eliyle yürütülen tüm uygulamaların her açıdan bütünsellikten uzak olduğunu görüyoruz:
Planlama süreçlerine bakıldığında; çok otoriteli bir planlama süreci ile karşılaşılmaktadır. Plan yetkisi bulunan kurumların planlama bütünlüğü açısından birbiriyle ilişkisi yeterince tanımlanmadığı gibi, farklı kurumlarca “eş zamanlı” ve birbirlerinden bağımsız sürdürülmekte olan farklı ölçeklerdeki planlar arasındaki eşgüdüm kopukluğu ciddi boyutlara ulaşmaktadır.
Kentsel Dönüşüm adı altında; küresel sermayenin yönlendirdiği imar operasyonları ile kentlerimiz tehdit altındadır. Kentin eskimiş, ancak değerli olan sanayi alanlarını, tarihsel dokusunu, gecekondu bölgelerini, afet tehdidi de bahane edilerek küresel finans güçlerinin yönlendirdiği bir emlak geliştirme sürecine dönüştüren bu projelerin, ürettiği insansız ve kimliksiz mekânlarla, kentin sorunlarını çözmekten çok, sorunları artırdığı ya da artıracağı anlaşılmaktadır.
Yapılaşma ile ilgili mevzuatımız; bütünsel bir değerlendirme süreci yerine parçacı-günlük yaklaşımlarla yapılan değişikliler, daha sonra yeniden değiştirilmek zorunda kalmaktadır.
Bu nedenlerle aşağıdaki görüş ve taleplerimizi kamuoyuna sunuyoruz:
Yasal düzenlemeler bütünlüğe kavuşturulmalıdır!... Yapılı çevrenin oluşumuna ilişkin yasaların, parçacıl düzenlemelerle sorumsuzluk zinciri yaratmak yerine tek bir yasa bütünlüğü içinde düzenlenmesi gerekmektedir.
Planlama süreci bütünselliğe kavuşturulmalıdır!... Yerleşmelerin, ülke coğrafyasına dengeli biçimde dağılımını sağlayan, çağdaş-bilimsel planlama yaklaşımı esas alınmalı, kurumlar arası yetki karmaşasına son verilerek “planlama sürecinin bütünlüğünü sağlayacak merkezî bir kurumsal yapı oluşturmak için düzenlemeler” yapılmalıdır.
İvedi gereksinim yaşam çevrelerinin sağlıklı ve güvenli hale getirilmesi ve kentsel yapı stokunun iyileştirilmesidir!... Bu kapsamda, acilen yapı stoku envanter çalışması, kaçak yapıların izlenmesi – denetlenmesi, imar planlarında sağlıklaştırma program alanlarının belirlenmesi, yapı stoku açısından sorunlu olduğu tespit edilen bölgelerde sağlıklaştırma çalışmalarının yapılması gerekmektedir.
Kentsel dönüşüm adı altında yapılan operasyonlar sona erdirilmeli, sorunlu yerleşmelerin tasfiyesi kamu ve toplum yararı ilkesine göre yapılmalıdır!.. Kentin yapı stoku açısından can ve mal kayıplarının fazla olacağı tespit edilen bölgelerinin boşaltılması ve gerekli teknik-sosyal alt yapıya sahip, güvenli yapılardan oluşan bölgelere taşınması gerekmektedir.
Kamu yönetimi afet olgusunu bütünsel olarak ele almalıdır!.. Kentlerimizin afetlere hazırlanması ve ortaya çıkabilecek zararların en aza indirilebilmesi için yeni bir yönetim anlayışına ihtiyaç vardır.
Kuraklık (susuzluk) afet kapsamında değerlendirilmelidir!.. Küresel iklim değişikliği koşullarında su ve enerji kaynaklarını hızla yitiren ülkemizde, arazi kullanım kararlarının da enerji sakınımı ve yenilenmesine kaynaklık edebilecek biçimde oluşturulması gerekecektir.
Denetim sistemi bütünsel olarak ele alınmalıdır!.. Denetim, yapı üretiminin her aşamasında; malzemesinden yüklenicisine kadar uzanan bütünsellikte ele alınmalıdır.
Kentsel dönüşüm uygulamaları tarihsel ve doğal mirasın yok edilmesine yol açmamalıdır!.. Uzun bir sürede nice emekle örülmüş nice endüstriyel ve tarihsel miras örnekleri, kıyılar, ormanlar ve tarım toprakları bu uygulamalarla yok edilmemelidir.
Yaşam alanlarımız pazarlanacak bir meta değildir!.. İnsanı temel almayan, yapı kültürünü, yani yaşam alanlarımızı metalaştıran yaklaşımlardan vazgeçilmelidir.
Afetlere yönelik planlama süreci, yoksulluğun ve eşitsizliğin azaltılmasını hedeflemek zorundadır!.. Toplumsal eşitsizlik ve yoksulluğun bir yansıması olan sağlıksız ve güvensiz yerleşmelere yönelik sosyo-ekonomik programlar oluşturulmazsa; afetlerin yıkıcı etkisi azaltılamaz.
Kentsel dönüşüm uygulamalarını izleyecek sivil örgütlenmeler oluşturulmalıdır!.. İnsani gerekçelerden uzak acele kamulaştırma ve tasfiye operasyonları ile başlayan uygulamaları, amaçlar, araçlar ve yöntemler açısından izleyecek yapılar oluşturulmalıdır.
Sağlıksız ve güvensiz yerleşmelerde yaşamak bir kader değildir!.. Sağlıklı ve güvenli bir kentsel yaşamın en temel insan hakkı olduğunu bilincimize taşınmadığı takdirde, yeni yıkım acılarıyla dolu bir geleceğimizin olması kaçınılmazdır.
Kamu yönetiminden sağlıklı ve güvenli bir yaşam çevresi talep etmek; kent, kültür, demokrasi ve mimarlık politikası için gerekli olduğu kadar, afetler politikasının da temelini oluşturmaktadır.
“Dönüşüm Sürecinde Kentler; Afetler ve Kentsel Projeler” Panel/Forumu Sonuç Bildirisi aşağıdadır:
“DÖNÜŞÜM SÜRECİNDE KENTLER; AFETLER VE KENTSEL PROJELER”
PANEL/FORUM
SONUÇ BİLDİRİSİ
11 AĞUSTOS 2007
17 Ağustos 1999’dan Bu yana yapılanlar ve yapılmayanlar gösteriyor ki;
SAĞLIKLI VE GÜVENLİ BİR ÇEVREDE YAŞAMA HAKKI
TOPLUMSAL BİR TALEP HALİNE GELMEDİKÇE
AFETLERİN YOL AÇTIĞI YIKIMLAR KAÇINILMAZ OLACAKTIR!...
Artık hepimiz biliyoruz ki, 1950’lerden beri süregelen kentleşme, planlama ve yapılaşma sorunları, kamu otoritesinin inisiyatifiyle yapılan imar yanlışlarından kaynaklanmaktadır. Tüm doğal ya da insan eliyle yaratılan afetlerin yıkıcı etkisi artıran da bu yanlışlardan oluşan imar politikalarıdır. Her afetten sonra tekrar tekrar ifade edilen “planlama kararlarından başlayarak tasarım, uygulama, denetim ve kullanım süreçlerinden oluşan ‘yapı üretim süreci’ne ilişkin bütünsel bir sistemimizin bulunmaması” sonucunu yaratan bu imar politikalardır. Dolayısıyla bu sürecin asli sorumluluğu, “yalnızca afet etkenini değil, sağlıklı ve güvenli yaşam çevreleri oluşturmak için bütün etkenleri gözetmesi gereken” ve bu anlamda anayasal bir görevi bulunan kamu yönetiminde ve bu uygulamaları fiilen yürüten yerel yönetimlerdedir.
1999 Depremlerinin yıkıcı etkisinin acı anılarıyla dolu olan bizler; bu yıkıntıların arasından, kamu yönetiminin ciddi zihinsel ve yapısal bir dönüşüm geçireceğini ümit etmiştik. Ancak aradan geçen sürede gördük ki, toprak rantına dayalı politikalar değişmedi, gelişerek yeni bir aşamaya geldi; beklenen dönüşüm yerine “kentsel dönüşüm” adı altında hazırlanan yeni imar operasyonları ile artık tüm değerlerimiz uluslararası yağmaya açıldı.
1999 Sonrası Merkezî ve Yerel Yönetim Uygulamaları Her Açıdan Bütünsellikten Uzaktır!
Planlama süreçlerine bakıldığında; çok otoriteli bir planlama süreci ile karşılaşıyoruz. Turizm alanlarında, özel çevre koruma bölgelerinde, organize sanayi bölgelerinde, serbest bölgelerde, özelleştirme kararı bulunan alanlarda, toplu konut alanlarında, ormanlarda ve kıyılarda vb. yapılan planlara ilişkin yetkiler, yerel yönetimler dışındaki kurumlara verildi. Özel idare yasasında; il çevre düzeni planlarının büyükşehir belediyelerinin de katılımıyla, il özel idaresi tarafında yaptırılacağı ifade ediliyor. Değişen Çevre Kanunu’nda da 1/100.000 ve 1/50.000 ölçekli çevre düzeni planının Çevre Bakanlığı tarafından yapılacağı belirtiliyor. Ancak plan yetkisi bulunan kurumların planlama bütünlüğü açısından birbiriyle ilişkisi yeterince tanımlanmadığı gibi, farklı kurumlarca “eş zamanlı” ve birbirlerinden bağımsız sürdürülmekte olan farklı ölçeklerdeki planlar arasındaki eşgüdüm kopukluğu ciddi boyutlara ulaşmaktadır. Diğer taraftan bölge plan kavramı unutturularak kalkınma ajanslarıyla ülke yeniden bölgelendirilmeye çalışılmakta, kasıtlı bir plan karmaşası yaratılmaktadır.
Kentsel Dönüşüm adı altında; küresel sermayenin yönlendirdiği imar operasyonları ile kentlerimiz tehdit altındadır. Kentin eskimiş, ancak değerli olan sanayi alanlarını, tarihsel dokusunu, gecekondu bölgelerini, afet tehdidi de bahane edilerek küresel finans güçlerinin yönlendirdiği bir emlak geliştirme sürecine dönüştüren bu projelerin, ürettiği insansız ve kimliksiz mekânlarla, kentin sorunlarını çözmekten çok, sorunları artırdığı ya da artıracağı anlaşılmaktadır. Bu projelerle, açıkça yüzergezer dünya sermayesinin kentlere çekilmesi amaçlanmakta, kentler bu anlamda birbirleriyle yarıştırılmaktadır. Yaşayanların tasfiyesini ve mülklerin hızla el değiştirmesini öngören bu yaklaşımla kentsel projeler, yerel yağma güçlerinin de katılımıyla yeni yoksullaşma-zenginleşme biçiminin de kaynağı haline getirilmek istenmektedir. Fiziksel bir değişim aracı olmaktan çok, kalkınma-gelişme politikaları varsayımları açısından da bağımlılığı güçlendiren bu süreç, kentlerimizin ve ülkemizin bütün değerlerinin yok olmasına, yabancılaştırılmasına neden olabilecek bir varlıksızlaştırma sürecini öngörmektedir. TBMM’de bekleyen “Kentsel Dönüşüm Yasası” ile imar suçları aklanmak, kamusal denetim ortadan kaldırılmak, halka ait kamusal güç özel girişime terk edilmek istenmektedir. Deprem gerekçesiyle üretilen 5366 sayılı yasa bağlamında yapılan kentsel yenileme uygulamalarının, herhangi bir üst plan belgesine bağlı olmadan, kamusal denetimden kaçırılan rant amaçlı projelerle yürütülmek istenmesi, bilimsel kuralları ve kamu yararını gözardı eden yaklaşımın en tipik göstergesidir. Acele kamulaştırma yolu kullanılarak ciddi bir mülkiyet dönüşümü yaratan bu uygulamalar, toplumsal ayrışmalara ve sorunlara da yol açmaktadır.
Yapılaşma ile ilgili mevzuatımız; bütünsel bir değerlendirme süreci yerine parçacı-günlük yaklaşımlarla yapılan değişikliler, daha sonra yeniden değiştirilmek zorunda kalmıştır. Yapı denetim yükümlülüğüne ilişkin kamusal sorumluluğun transferini amaçlayan, sırasıyla PM Genelgesi, 595 ve 601 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler ve 4708 Sayılı Yapı Denetim Yasası yürürlüğe girmiştir, şimdi bu yasanın da değişmesi gündemdedir. Büyükşehirler dışında uygulanmakta olan imar yönetmeliklerinde bazı değişiklikler yapılmış, bu değişikliklerle inşaat faaliyetlerinin denetim altına alınması amaçlanmış, ancak konunun bir bütün olarak ele alınmaması ve parçacı bir yaklaşımla kısmi değişiklikler yapılması nedeniyle mevzuat açısından istenilen sonuca ulaşılamamıştır. Yapılaşmaya ilişkin mevzuatımız, yapılan sayısız yasal düzenlemelerle ve yasa girişimleriyle giderek karmaşıklaştırılmakta, bütünsel bir mevzuat oluşumuna yönelik her hangi bir çabaya rastlanamamaktadır.
Önlemler - Öneriler
Yasal düzenlemeler bütünlüğe kavuşturulmalıdır!... Yapılı çevrenin oluşumuna ilişkin yasaların, parçacıl düzenlemelerle sorumsuzluk zinciri yaratmak yerine tek bir yasa bütünlüğü içinde düzenlenmesi gerekmektedir. Bu kapsamda, ilgili tüm kurum ve kuruluşların ve meslek odalarının görüşleri de alınarak imar mevzuatında köklü bir değişiklik yapılması, halihazır haritaların, afet haritalarının ve imar planlarının yapımından, parselasyon planlarına, kaçak yapı ile mücadeleden gecekondu sorununa, yapı denetiminden tüm cezai sorumluluklara kadar bir dizi yasa ve yönetmeliği içeren genel bir mevzuat değişikliğinin yapılması, hepsinin aynı anda yürürlüğe girmesi ve geçiş sürecinin de yürürlükteki tüm yasalar dikkate alınarak, gerek teknik gerekse hukuki anlamda iyi organize edilmesi gerekmektedir.
Planlama süreci bütünselliğe kavuşturulmalıdır!... Yerleşmelerin, ülke coğrafyasına dengeli biçimde dağılımını sağlayan, tüm değerlerle birlikte kültürel ve doğal değerlerin tahribatını önlemeyi öngören, giderek yaşanmaz hale gelen kentlerin büyüme hızını kontrol altına almayı hedefleyen, çağdaş-bilimsel anlamda planlama yaklaşımı esas alınmalı, bakanlıklar ve kurumlar arası yetki karmaşasına son verilerek “planlama sürecinin bütünlüğünü sağlayacak merkezî bir kurumsal yapı oluşturmak için düzenlemeler” yapılmalı, tüm birikim bu amaçla seferber edilmelidir. Bu kapsamda, ilgili meslek odalarının ve ilgili kamuoyunun bugüne kadar yaptığı uyarılar ciddiye alınmalı, görüş ve önerileri artık dikkate alınmalıdır.
İvedi gereksinim yaşam çevrelerinin sağlıklı ve güvenli hale getirilmesi ve kentsel yapı stokunun iyileştirilmesidir!... Bu kapsamda, acilen yapı stoku envanter çalışması, kaçak yapıların izlenmesi – denetlenmesi, kamuya ait binaların güvenilirliği konusunda araştırmalar yapılması, yol-kanal-köprü vb. alt ve üst yapı ve tesislerin güçlendirilmesi, imar planlarında sağlıklaştırma program alanlarının belirlenmesi, yapı stoku açısından sorunlu olduğu tespit edilen bölgelerde sağlıklaştırma çalışmalarının yapılması gerekmektedir. Bu projenin gerçekleştirilmesinde izlenecek yöntemlerin, kamusal yükümlülüklerini gözeten ilgili akademik çevreler, ilgili kurum kuruluşlar ve ilgili meslek odaları ile birlikte saptanması ve projenin birlikte yürütülmesi programlanmalıdır.
Kentsel dönüşüm adı altında yapılan operasyonlar sona erdirilmeli, sorunlu yerleşmelerin tasfiyesi kamu ve toplum yararı ilkesine göre yapılmalıdır!.. Kentin yapı stoku açısından herhangi bir afette can ve mal kayıplarının fazla olacağı tespit edilen bölgeler ile afete maruz diğer heyelan vb. bölgelerinin boşaltılması ve gerekli teknik-sosyal alt yapıya sahip, güvenli yapılardan oluşan bölgelere taşınması gerekmektedir. Ayrıca, yine sağlıksız yapılaşmanın bulunduğu
tespit edilen bölgelerde gereksinim duyulan teknik ve sosyal altyapı alanlarının kendi içinden ayrılması, yapı karakterinin güvenli ve düzenli hale getirilmesi, bu kapsamda bölgede yaşayanları yerinde, daha güvenli yapılara ve standartları yükseltilmiş yaşam alanlarına kavuşturmak amaçlanmalıdır.
Kuraklık (susuzluk) afet kapsamında değerlendirilmelidir!.. Planlama açısından önemli bir veri olan temel ulaşım kararlarının, birçok etkenle birlikte küresel iklim değişikliği etkenini gözetecek biçimde yenilenmesi, karayollarına dayalı değil, raylı-toplu taşıma bağlamında oluşturulması zorunluluk kazanmaktadır. Küresel iklim değişikliği koşullarında su ve enerji kaynaklarını hızla yitiren ülkemizde, arazi kullanım kararlarının da aynı yaklaşım bağlamında enerji sakınımı ve yenilenmesine kaynaklık edebilecek biçimde oluşturulması gerekecektir.
Kamu yönetimi afet olgusunu bütünsel olarak ele almalıdır!.. Kentlerimizin afetlere hazırlanması ve ortaya çıkabilecek zararların en aza indirilebilmesi için yeni bir yönetim anlayışına ihtiyaç vardır. Mevcut yönetim anlayışı ile sistemin rasyonelleşmesi olanaklı değildir. Stratejik bütünsellik içinde kısa, orta ve uzun dönemde hangi sonuçların elde edilmek istendiği açıkça belirlenmeli ve bu hedeflere yönelik kamu kurumlarının işbirliği ve eşgüdümü sağlanmalıdır.
Denetim sistemi bütünsel olarak ele alınmalıdır!.. Denetim, yapı üretiminin her aşamasında; malzemesinden yüklenicisine kadar uzanan bütünsellikte ele alınmalıdır. Yapı denetimi, kamusal bir hizmet olarak şirketler eliyle değil, bu alanda yetkilendirilmiş kişisel mesleki sorumlulukla yapılmalı ve meslek odalarının denetiminde bir kurumlaşmaya dönüştürülmelidir. Yapı denetim sistemi, yapı üretim sürecinin bütününü denetleyecek bir bakışla ele alınmalı, bu bağlamda diğer kamu denetim, mali denetim (sigorta) ve planlama süreçleriyle ilgili yasal düzenlemelerle desteklenmeli, bütün etkenleri birlikte değerlendiren, yapı norm ve standartlarına bağlı olarak “kalite güvence sistemi” oluşturulmalıdır. Bu kapsamda bütün kaynaklar harekete geçirilmeli, yapı üretim sürecinin her aşamasında görev yapan meslek insanları için sicil ve yeterlilik sistemi oluşturulmalı, hizmet öncesi ve meslek içi eğitim çalışmaları düzenlenmeli, bu alanda meslek örgütleri ve akademik çevrelerle ilgili idareler, işbirliği ortamı oluşturmalıdır.
Kentsel dönüşüm uygulamaları tarihsel ve doğal mirasın yok edilmesine yol açmamalıdır!.. Uzun bir sürede nice emekle örülmüş nice endüstriyel ve tarihsel miras örnekleri, kıyılar, ormanlar ve tarım toprakları bu uygulamalarla yok edilmemelidir.
Sonuç
Yaşam alanlarımız pazarlanacak bir meta değildir!.. İnsanı temel almayan, yapı kültürünü, yani yaşam alanlarımızı metalaştıran yaklaşımlardan vazgeçilmelidir. Kenti, kültürü, siyaseti, mimarlığı ve insanı köleleştiren bu yaklaşım, yıllardır süregelen ekonomi-politikalar sorgulanmadan değiştirilemez.
Afetlere yönelik planlama süreci, yoksulluğun ve eşitsizliğin azaltılmasını hedeflemek zorundadır!.. Yaşam çevrelerimizin planlanması, sosyo-ekonomik planlama sürecinden bağımsız olamaz. Toplumsal eşitsizlik ve yoksulluğun bir yansıması olan sağlıksız ve güvensiz yerleşmeler olgusuna yönelik sosyo-ekonomik programlar oluşturulmazsa; afetlerin yıkıcı etkisi de azaltılamaz.
Kentsel dönüşüm uygulamalarını izleyecek sivil örgütlenmeler oluşturulmalıdır!.. İnsani gerekçelerden uzak acele kamulaştırma ve tasfiye operasyonları ile başlayan uygulamaları, amaçlar, araçlar ve yöntemler açısından izleyecek yapılar oluşturulmalı, kamuoyu bu uygulamalarla ilgili sürekli bilgilendirilmelidir.
Sağlıksız ve güvensiz yerleşmelerde yaşamak bir kader değildir!.. Sağlıklı ve güvenli bir kentsel yaşamın en temel insan hakkı olduğunu bilincimize taşınmadığı takdirde, yeni yıkım acılarıyla dolu bir geleceğimizin olması kaçınılmazdır. Bu anlamda toplum, yaşam çevrelerine sahip çıkarak mevcut uygulamalara karşı harekete geçmeli ve hakkını talep edebilir hale gelmelidir. Ranta ortak olma umuduyla zihinleri bulandırılan bir toplumun, kendi yaşamsal taleplerini politik bir hedefe yönlendirmesi çok olanaklı olamayacaktır.
Kamu yönetiminden sağlıklı ve güvenli bir yaşam çevresi talep etmek; kent, kültür, demokrasi ve mimarlık politikası için gerekli olduğu kadar, afetler politikasının da temelini oluşturmaktadır.
Bu icerik 1040 defa görüntülenmiştir.