Mimarlar Odası, Özürlüler Haftası nedeniyle hazırladığı basın bildirisiyle, 1997 yılından bu yana İmar Kanunu’nda yer alan erişilebilirlik yükümlülüklerine ve 2012 yılında tüm kamuya açık kullanımların ilgililerce erişilebilir hale getirilmesini öngören Özürlüler Yasası’na uyulması gerektiğini vurgulamaktadır.
Günümüzde insanın ulaşılabilir bir çevreye sahip olması, en doğal temel haklardan birisi olarak kabul edilmektedir. “Ulaşılabilirlik”, hangi insanlık durumunda bulunulursa bulunulsun, insanlar için yeryüzünün bütün mekânlarının, alanlarının ulaşılabilir, erişilebilir, kullanılabilir ve yararlanılabilir olma düzeyini anlatan ve sürekli gelişen bir kavramdır.
Kuşkusuz insan hayatını ve yaşam çevrelerimizi doğrudan belirleyen mimarlık gibi mesleklerin de, ulaşılabilirlik bağlamında kendilerini yenilemeye ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaca yanıt verecek bilgilerin ve çağdaş anlayışların yeni düzenlemelerle, eğitim ve uygulamaya aktarılması gerekmektedir. Çünkü yeryüzünü dönüştüren her çaba özene muhtaçtır ve dünyanın artık insanı yok sayan anlayışlara tahammülü yoktur.
Ülkemizde nüfusun % 12.29’unu özürlüler oluşturmaktadır. Oldukça geniş bir toplumsal kesimi oluşturan özürlülerin en temel sorunlarından birisi kentlerde bağımsız biçimde hareket edememeleri ve bu nedenle yapılı çevreyi özürlü olmayanlarla eşit biçimde kullanamamalarıdır.
Çünkü kentlerde oluşturulan yaşam alanları herkesin kullanımına olanak tanıyacak biçimde tasarlanamamakta ve uygulanamamaktadır. Tekerlekli sandalyelilerin toplu taşıma sistemlerindeki tüm araçları kullanarak istedikleri yere gidebildiği, görmeyenlerin kendi başlarına yollarını bularak hareket edebildiği, yaşlıların parklara rahatlıkla girip-çıkabildiği, çocukların yaya alanlarında yürüyebildiği, bebek arabası kullananların kent merkezindeki kaldırımlarda dolaşabildiği erişilebilir kentleri günümüzde ne yazık ki ancak hayal edebiliyoruz.
Belediyeler başta olmak üzere yapılı çevre konusunda çalışma yapan tüm kamu kurumları, mevcut engellere her geçen gün bir yenisini ekleyerek içinden çıkılması zor ve geri dönüşü giderek olanaksızlaşan yapılı çevre uygulamalarına imza atmaktadırlar. Bu uygulamalar sonucunda, erişilmesi ve kullanılması zor, hatta olanaksız, tüm toplum kesimleri için yaşam kalitesi son derece düşük kentler hayata geçirilmektedir. Yalnızca günlük ihtiyaçlara yanıt verecek biçimde kurgulanan kentlerde hareket etmekte güçlük çeken özürlüler ve diğer kişiler için gözönünde tutulması gerekenler unutulmaktadır.
Belediyeler, yenileme çalışmaları yaptığı kaldırımlarda bile en temel erişilebilirlik uygulaması olan rampaları yapmayı unutmakta veya standartlara uygun olmadığı için yaptıkları rampalar kullanılamamaktadır. Kent merkezleri ve yaya kullanımının yoğun olduğu kesimlerde bile kaldırımlar standart ölçülerden yüksek ve dar yapılmıştır. Görme özürlüler için ise alınmış herhangi bir önlem bulunmamaktadır. Başta okullar olmak üzere belediyelerin kendi binalarının da dahil olduğu pek çok kamu binasına merdivenler nedeniyle özürlüler girememekte ve gerekli önlemler alınmadığı için bunları kullanamamaktadır. Belediyeler kent içi ulaşımda kullanılması için yeni satın aldıkları otobüslerde bile hâlâ yurtdışında yıllar önce terk edilmiş biçimde tasarlanmış olanları tercih etmekte, basamaksız ve rampalı otobüsleri kentlinin kullanımına sunmamaktadır. Tüm bu engellere sayısız örnek, ülkemizin her yanındaki yerleşimlerden verilebilir. Ancak kentlerde özürlüleri yok sayan ve onların en yaşamsal etkinliklerini dahi yapamayarak toplumsal yaşamdan kopmalarına neden olan bazı ortak paydaları çıkarsamak hiç de zor değildir.
Yapılı çevre ve bu çevrenin bileşenleri plansız ve günü kurtarmaya yönelik düzenlenmektedir. Önemli ve kentin geleceğini etkileyecek olan çalışmalar bile oldubittiye getirilerek farklı toplumsal kesimlerin ve özürlülerin görüşleri alınmamaktadır. Kamuoyunda özürlüler yardıma muhtaç bir sosyal grup olarak tanıtılmakta ve bu kişilerin gereksinimleri sosyal yardıma indirgenerek yapılı çevrede kamuya düşen sorumluluklardan kaçınılmaktadır. Belediyeler “özürlü parkları” ve üstgeçitlerde “özürlü asansörleri” yaparak bu sorumluluklarını yerine getirildiklerini iddia ederek aslında hem ayrımcı uygulamalara imza atmakta, hem de erişilebilir olmayan ve içinden çıkılması zorlaşan uygulamalara bir yenisini eklemektedir. Tüm bunlar, ülkemizde erişilebilirliğin hâlâ tasarım ve uygulama sürecinin bir parçası olarak görülmediğini ve özürlülerin yapılı çevrede yapılmayanlar ve yanlış yapılanlar nedeniyle toplumsal dışlanmaya maruz kaldığının göstergeleridir.
Hareketliliklerinin önündeki engeller kaldırılarak kolaylaştırıcı önlemlerin alındığı çevreler oluşturulduğunda, özürlüler de herkesle birlikte ve herkes kadar toplumsal yaşamda varolabilecek ve topluma katkı sunabilecektir.
Unutulmamalıdır ki, 1997 yılından bu yana İmar Kanunu’nda yer alan erişilebilirlik yükümlülüklerine ve 2012 yılında tüm kamuya açık kullanımların ilgililerce erişilebilir hale getirilmesini öngören Özürlüler Yasası’na uymamak hem hukuki hem vicdani bir suçtur.
Bu icerik 1206 defa görüntülenmiştir.