Yine bir 17 Ağustos yıl dönümü… Aradan koskoca 12 yıl geçmiş…
Başta Mimarlar Odası ve TMMOB’ye bağlı diğer meslek odaları ve üniversiteler gelmek üzere; toplumla ilgili tüm kurum ve kuruluşlar tarafından yüzlerce bilimsel toplantı, yayın, araştırma, inceleme yapılmış, raporlar yayınlanmış, etkinlikler düzenlenmiş, şuralar toplanmış, kararlar alınmış; her 17 Ağustos’ta bu konuda bildiriler yayınlanmış ve gerekli uyarılar yapılmıştır.
Özellikle kamu idareleri ve yerel yönetimler tarafından Marmara Bölgesi’nin sismik araştırmaları yaptırılmış ve olası tedbirler hakkında raporlar hazırlatılmış, milyar dolarlara varan fonlar alınmış, harcamalar yapılmıştır.
Ancak, harcanan bütün bu çabalar ve kaynaklar; iktidarların yarattığı koca bir kara delikte kaybolan nafile çığlıklara dönüşmüş, sonuç olarak toplumda, geçmişe duyulan hüznün yanı sıra geleceğe duyulan endişe ve korku egemen kılınmıştır.
Üstelik, toplumun seçeneksizlik ve olanaksızlık söylemiyle beslenen endişe ve korku duygusu; “felaketlerden dahi rant sağlamayı mubah gören” siyasal bir anlayışla uluslararası sermaye çevrelerinin kullanımına sunulmuştur. Bu anlayışla tasarlanan her türlü “çılgın” rant projesi, seçim kampanyalarında propaganda malzemesi olarak da kullanılarak toplum açıkça yanıltılmaya çalışılmıştır.
Bütün bu gelişmeler ve geçen 12 yılda bütün bilimsel ve mesleki öneriler ve uyarılar gözardı edilerek yapılan ve yapıl(a)mayanlar sonucunda; Marmara Bölgesi başta olmak üzere ülkemizin tüm kentleri, köyleri, dağları, ovaları, ormanları, dereleri, vadileri, tarım alanları, kıyıları 17 Ağustos 1999 saat 3.02 öncesinden daha fazla tehlikeye açık duruma getirilmiştir.
Deprem gerekçesiyle üretilen 5366 sayılı yasa bağlamında yapılan kentsel yenileme uygulamalarını herhangi bir üst plan belgesine bağlı olmadan, kamusal denetimden kaçırılan rant amaçlı projelerle yürütülmek istenmesi, bilimsel kuralları ve kamu yararını gözardı eden yaklaşımın en tipik göstergesidir. Özellikle İstanbul, günümüzde deprem bahanesi ile yapılan bu rant yıkımları ile deprem sonrası görüntüleri ile yaşamaya başlamıştır.
Üstelik 17 Ağustos 1999, kamu idareleri de dahil olmak üzere toplumun ilgili tüm kesimlerinin üzerinde hemfikir olduğu “Yerleşmelerimizin, ülke coğrafyasına dengeli biçimde dağılımını sağlayan, tüm değerlerle birlikte kültürel ve doğal değerlerin tahribatını önlemeyi öngören, giderek yaşanmaz hale gelen kentlerin büyüme hızını kontrol altına almayı hedefleyen, afet sakınımını esas alan çağdaş-bilimsel anlamda planlama yaklaşımı esas alınmalıdır.” ilkesi, başta TOKİ olmak üzere bizzat kamu idareleri tarafından gözardı edilmiş olup, bu ilkenin tam zıddı bir yerleşme ve planlama anlayışı büyük bir hızla devam ettirilmektedir.
Bugün başta İstanbul olmak üzere, zaten yetersiz olan, özellikle deprem düşünüldüğünde hayatî öneme sahip olan bütün kentsel yeşil ve açık alanlar, dere yatakları, orman ve tarım alanları hiçbir planlama disiplini ve kararına bağlı olmaksızın bizzat TOKİ eliyle yapılaşmaya açılmakta ve kentler büyük bir tehlikenin eşiğine getirilmektedir.
Bu konudaki aymazlık öylesine büyük bir boyuta ulaşmıştır ki; acısını hâlâ yüreğimizde hissettiğimiz 17 Ağustos depreminden sonra “ölüm ovası” olarak adlandırılan ve hiçbir biçimde yapılaşmaya açılmamış olması gereken Yalova’daki Hacı Mehmet Ovası dahi TOKİ eliyle yapılaşmaya açılarak bini aşkın konut yapılabilmekte; Kocaeli ve Simav gibi yerlerde fay hatları üzerine yerleşim kararları alınabilmektedir.
Bütün bu örnekler büyük bir hızla çoğalırken, asli görevlerini unutan yerel yönetimler (istisnalar hariç) de deprem bahanesini kullanarak imar rantı sağlama çabasında TOKİ ile işbirliği içinde bu yarışta yer almaktadırlar.
Bu koşullarda depreme karşı hazırlıklar geciktirilerek yeni ve daha büyük sorunlar yaratılmakta ve “güvenli yaşam alanları” bir “hayal” olmaya devam etmektedir…
Ancak bütün bu “sağlıklı kentleşme” karşıtı kentsel operasyonlar ve uygulamalar simsarlığı yapan uluslararası gayrimenkul sermayesine ve yerel ortaklarına yetmemiş olmalı ki, bugüne kadar bütün bilimsel ve mesleki birikimlerini kamu ve toplum yarına kullanan Meslek Odalarının uyarılarını ve bu konuda yürüttükleri hukuk savaşını engellemek ve onları etkisizleştirmek adına yetki ve amacını aşan hukuksuzluğu apaçık olan Kanun Hükmünde Kararnameler yayınlanmaktadır.
17 Ağustos felaketinin ardından geçen 12 yıldan sonra ortaya çıkan asıl sorun, ülkemizin doğal, kültürel ve tarihsel değerlerini kısa vadeli ekonomik ve siyasal çıkarlar uğruna talan etmeyi “başarılı iş yapabilme yeteneği olarak” gören anlayışların ve her türlü değeri tüketen bu çarkın her gün daha büyük tehlikelere neden olacağının toplum olarak ne kadar farkında olup olmadığımızdır.
Unutmayalım ki, bir gün mutlaka “çılgınlık, yağma ve talan” karşısında “akıl ve bilim” egemen olacaktır.
İnsanlığın uygarlık birikimi ve onurunun tüm olumsuzlukların üstesinden geleceği inancıyla kaybolan tüm değerlerimiz ve canlarımızın anısı karşısında saygıyla eğiliyoruz…
Değerli kamuoyumuza saygıyla duyurulur.
Mimarlar Odası
Merkez Yönetim Kurulu
Bu icerik 1137 defa görüntülenmiştir.