MART 2025
1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 |
 
    Basın Açıklamaları
     
    Basın Açıklaması: İktidarın “Rant ve Yağma Politikaları” Derhal Durdurulmalıdır!

    16 Ağustos 2012

    17 Ağustos 1999’da büyük ve yıkıcı bir depremin Marmara Bölgesi’ni vurması, yaklaşık 20 bin yurttaşımızın hayatını kaybetmesi, binlerce kişinin yaralanması ve yapı stokumuzun yerle bir olması, hiçbir zaman hafızalardan silinemeyecek görüntülerin yaşanması ile Türkiye’nin afetler tarihinde önemli kırılma noktalarından biri olmuştur.

    “Ülke ve kamu yararının gözetilmesi” temel ilkesi ile çalışmalarını sürdüren Mimarlar Odası olarak, felaketin yıldönümünde başta depremler olmak üzere doğal afetler bahane edilerek ülkemizin doğal, kültürel ve tarihsel değerlerinin kısa vadeli ekonomik ve siyasal çıkarlara feda edilmesi ve buna karşın kentlerimizin afet risklerine daha da açık hale gelmesine dur demek için, bu sürecin en önemli sorumlularından biri olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın önünde değerli kamuoyumuza bu açıklamayı yapmaktayız.

    Bugüne kadar felaketin nedenleri ve sonuçları üzerine yapılan tartışmalar sonucunda üretilen çözüm önerileri çok net bilimsel yaklaşımlar belirlenerek ilgili kamu kurumları ve kamuoyuyla paylaşılmış olmasına karşın, başta depremler olmak üzere doğal afetlerin yarattığı yıkımlar halen tüm acılarıyla yaşanmaya devam etmektedir.

    Büyük Marmara Depremi sonrası yaşanan süreçte, afetlere karşı güvenli ve sağlıklı çevrelerin oluşturulması için atılması gereken adımlar atılmamış; tersine başlangıçta atılan kimi olumlu adımlar daha sonra ortadan kaldırılmıştır. Bu bağlamda olumlu bir adım olarak 2000 yılında topluma ve kurumlara deprem konusunda bilimsel ve doğru bilgiyi aktarmak, risklerin azaltılması için yapılması gerekenler konusunda yönlendirici ve destekleyici çalışmalarda bulunmak amacıyla kurulan Ulusal Deprem Konseyi, AKP iktidarı tarafından 2007 yılında lağvedilmiş ve bu alan siyasallaşmıştır.

    2007 sonrası yaşanan Simav-Kütahya depremlerinde ve 2011 yılında yaşanan Van depremlerinde kamuoyunu bilgilendirici, doğru, sağlıklı ve yeterli bir açıklama yapacak yetkili bir kurum bulunamaması; kamu idarelerince yapılan farklı ve çelişkili açıklamalar; depremin büyüklüğü konusunda dahi bilgi karmaşası yaratmış, afet bölgesine ve afetzedelere müdahalede gecikmelere ve koordinasyonsuzluklara neden olmuştur.

    Deprem sırasında toplanma yeri olarak tespit edilen ve yapı yasağı olan alanlar zamanla yapılaşmaya açılmıştır. Benzer şekilde acil tedbirler olarak öngörülen hiçbir uygulama gerçekleştirilmemiş; alınan kimi tedbirler ise geçersiz hale gelmiştir. Van depremi örneğinde olduğu gibi, afet sonrası yara sarma organizasyonlarında, varolan düzeyin dahi gerisine düşülmüştür.

    Ülkemizdeki yapı kalitesinin, müteahhitlik ve yapı denetim sisteminin içinde barındırdığı ciddi sorunların 17 Ağustos deneyimi ile bir kez daha ortaya çıkması üzerine, birçok eksiği ile birlikte 4708 Sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun yürürlüğe girmişti. Gelinen süreçte öngörülen yapı denetim sistemi işlevini yitirmiştir. Hükümet tarafından da kabul edilen bu eksikliklerin ve sorunların çözülmesi gerekirken, varolan sorunları daha da büyüten, kamu denetimini tamamen ortadan kaldıran, fikri ve müelliflik haklarını yok sayan “Teknik Müşavirlik Yasa Tasarısı” dayatılmaktadır.

    AKP iktidarı döneminde sadece deprem değil, diğer pek çok afet görmezden gelinmiş; sorumlulukların üzerinden atılması için her yol denenmiş; tüm kayıpları kadere bağlayan bir anlayış benimsenmiştir. Son yaşanan Van Depremi sonrasında ise, depremler bahane edilerek uzun süredir çıkarılmak istenen, geçmişte hukuk ve şehircilik engeline takılan “rant” amaçlı “Dönüşüm Kanunu”, 16 Mayıs 2012 tarihinde TBMM’de kabul edilen 6306 Sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Düzenlenmesi Hakkında Kanun” adı altında yasalaşmıştır.

    Bir anlamda “imar darbesi” denebilecek, “afete karşı önlem” gerekçesi altında düzenlenen kanunla, ülkenin ve kentlerin tamamı “riskli alan” ilan edilebilmektedir. Yerel yönetimlerin ve ilgili kesimlerin tamamen devredışı bırakılarak, TOKİ eliyle Başbakanlık “tek imar otoritesi” haline getirilmiştir.

    Deprem gerekçesiyle üretilen 5366 sayılı Yasa bağlamında yapılan kentsel yenileme uygulamalarının herhangi bir üst plan belgesine bağlı olmayan, kamusal denetimden kaçırılan “rant amaçlı projelerle” yürütülmek istenmesi, bilimsel kuralları ve kamu yararını gözardı eden yaklaşımın en tipik göstergesidir. Özellikle İstanbul, deprem yıkımlarından önce aynı bahaneyle yapılan “rant yıkımları” ile deprem sonrası görüntüleri yaşamaya başlamıştır.

    Üstelik 17 Ağustos 1999 sonrası kamu idareleri de dahil olmak üzere toplumun ilgili tüm kesimlerinin üzerinde mutabakat sağladığı “Yerleşmelerimizin, ülke coğrafyasına dengeli biçimde dağılımını sağlayan, tüm değerlerle birlikte kültürel ve doğal değerlerin tahribatını önlemeyi öngören, giderek yaşanmaz hale gelen kentlerin büyüme hızını kontrol altına almayı hedefleyen, afet sakınımını esas alan çağdaş-bilimsel anlamda planlama yaklaşımı esas alınmalıdır.” ilkesi, başta TOKİ olmak üzere bizzat kamu idareleri tarafından gözardı edilmiş ve bu ilkenin tam tersi bir yerleşme ve planlama anlayışı büyük bir hızla devam ettirilmektedir.

    Bugün başta İstanbul olmak üzere zaten yetersiz olan, hele deprem düşünüldüğünde hayati öneme sahip bütün kentsel yeşil ve açık alanlar, dere yatakları, orman ve tarım alanları, hiçbir planlama disiplini ve kararına bağlı olmaksızın bizzat TOKİ eliyle yapılaşmaya açılmakta ve kentler büyük bir tehlikeye atılmaktadır. Bunlar yetmezmiş gibi, son günlerde kıyı ve dolgu alanlarının betonlaşması için yasa hazırlıkları yapılmaktadır.

    Bu anlayış doğrultusunda 17 Ağustos depreminden sonra “Ölüm Ovası” olarak adlandırılan ve hiçbir biçimde yapılaşmaya açılmaması gereken Yalova’daki Hacı Mehmet Ovası dahi TOKİ eliyle yapılaşmaya açılmış ve bini aşkın konut yapılabilmiş; Kocaeli ve Simav gibi yerlerde fay hatları üzerine yerleşim kararları alınmasında sakınca görülmemiştir.

    Ve nihayet Samsun’da yaşanan sel felaketiyle birlikte TOKİ aracılığı ile uygulamaya geçirilen iktidarın kentleşme politikalarının çöktüğü somut bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu felaketin yaşanmasında Meslek Odalarının uyarılarını dinlemeyen başta TOKİ olmak üzere yerel yönetimlerin de büyük bir sorumluluğu vardır. Çevre ve Şehircilik Bakanı ve Başbakan sorumluluğu üzerlerinden atma telaşı içersinde, makamlarına yakışmayan bir şekilde kamuoyunu yanıltıcı açıklamalar yapmakta; kamuoyuna doğru bilgiler aktaran Odalara ve sivil demokratik örgütlere hakaret etmektedirler.

    Son yıllarda bütün bu afet risklerini büyüten, kentlerimizin kaynaklarını ve değerlerini yağmalayan örnekler ülke çapında büyük bir hızla çoğalırken, asıl görevlerini unutan kimi yerel yönetimler ise deprem bahanesini kullanarak imar rantı sağlama çabasındaki TOKİ ile işbirliği yapmakta ve işlenmekte olan “şehircilik ve insanlık suçu”na ortak olmaktadırlar.

    Gelinen aşamada AKP iktidarı, kentlerimizi güvenli olmayan ve kimliksizleştiren yağma ve talanın önünde engel olarak görülen yasaları geçersiz kıldıktan ve yargıyı hizaya getirdikten sonra Meslek Örgütlerini de etkisizleştirmek için yoğun bir çaba göstermektedir.

    Bütün bu değerlendirmeler kapsamında bilim ve akıldışı karar ve uygulamalara bir an önce son verilmesi; demokrasi ve hukuk normlarının esas alınması; toplumumuzun ihtiyacı olan can ve mal güvenliğinin sağlanması için AKP iktidarını ve sorumluları sınırsız “rant ve yağma politikaları”na son vermeleri için uyarıyoruz.

    Büyük Marmara Depreminin 13. yılında, insanlığın uygarlık birikimi ve onurunun, yaşanmakta olan karanlık sürecin ve tüm olumsuzlukların üstesinden geleceği inancıyla, kaybolan tüm değerlerimiz ve canlarımızın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz

     

    MİMARLAR ODASI 

    Bu icerik 1677 defa görüntülenmiştir.